30 Haziran 2010 Çarşamba
Diego'nun Kupaya Kattığı Renkler
Çok Özlüyoruz 01
Biz hala İnek Şaban'a gülüyoruz, Tosun Paşa oluyoruz, Saffet gibi altınları sayıyor, Kibar Feyzo gibi lafı gediğini koyuyoruz Kemal abi.
Unutulmadın, unutulmayacaksın...
Kemal Sunal'ın rol aldığı filmlerin listesi.
29 Haziran 2010 Salı
Ben İspanya'dan Daha Çok Topla Oynama İhtimalini Sevdim
Oyunun büyük kısmını yüzde altmışa kırk top oynama ile geçiren İspanya'ya ne demeli. Rakip takıma ayrı bir top lazım İspanya maçlarında. Karşındaki da Portekiz neticede, amatör takım değil ki. İspanya dünya kupasını alır ya da almaz ama bu jenerasyon gerçek altın jenerasyonlarıdır.
Kalecilere benden tam not. Özellikle Eduardo çok başarılıydı. Kalecilerin Jabulani çilesini ağır çekimlerde anlıyor insan. Özellikle sert ve falsolu şutlar tam baş belası. İlk yarı Real'in bayrak adamı Casillas da büyük kaleci olduğunu gösterdi.
Ronaldo süper yıldız ise David Villa nedir? Daha ne yapsın, iki ayak var, dripling var, şut var, varoğlu var. Adamı matador giysisi ile düşünüyorum, oluyor, her haliyle İspanyol. Sahi bu maçta Ronaldo neredeydi, TV çekiminde miydi? Her duran top kaleye vurulur mu? Stil herşeyi affeder mi? Bu performans bizde kepek yaptı süperstar. Adamım Messi'dir.
Allah İspanya'ya karşı oynayan takımlara sabır versin, hele 1-0 yenik duruma düşerlerse hiçbir yardımı esirgemesin işallah. Özgüvenleri ve pas isabetleri çıldırtıcı noktalara ulaşıyor. Paslaşmalarının hipnotize etkisinden midir nedir vuvuzelaların desibeli düşüyor.
Torres maçın başında çok istekliydi, golü attı atacak derken gitgide temposu düştü. Gol atsa acaba açılır mıydı? İkinci yarı Llorente değişimi İspanya'ya yaradı sanki. İspanya'nın Crouch'u Llorente ama ayaklarına daha hakim gibi...
Golde hafif bir ofsayt sezinledim, ama bu kupada verilen/verilmeyen goller aklıma gelince "Karıştırma, iyidir" dedim.
Portekiz'den daha atak futbol ve gol bekliyor insan. Bu kadar gol fakiri olmaları yazık. Beyaz formaları da hoşuma gitmedi. Tek renk daha iyi miydi neydi...
Sergio Ramos sendeki ciğerden istiyorum. Hayatımda 2-3 kez senin gibi atağa çıkayım, yeter, gözüm açık gitmez. Bak uzun saçını, karizmanı istemiyorum....
Xavi-Iniesta kardeştir, ayıran kalleştir :)
Tek golle elenir mi be kardeşim? Bu maçta Portekiz'den bir tek Eduardo'nun formasını almayı çok isterdim... (Ki golcüleri tek geçerim yıllardır futbol dünyasında...) Portekiz 19 maçtır yenilmiyordu, İspanya'ya tosladı.
Gelsin çeyrek finaller, tüm favoriler tur atladı, sürpriz kuponları çatladı :)
Futbolun Şifreleri
Üstad Simon Kuper'in yeni kitabı Türkçe olarak piyasada. Stefan Szymanski ile birlikte imza attıkları bu çalışma "Futbolun Şifreleri" ismini taşıyor. (Orjinal isim: Soccernomics) Büyük bir heyecanla alındı, okunmaya başlandı, biter bitmez yorum gelecek :) Bir futbol aşığı ile bir ekonomistin ortak çalışmasından bakalım neler çıkmış.
Türkçe baskı için güzel bir bonus var: Kerem Aktaş'ın üstadla söyleşisi. Yayına hazırlayanlar Ali Ece ve Ahmet Öz. Redaksiyon da Ali Ece'den gelmiş, çok sıkı bir kitap bekliyorum :) Teşekkürler İthaki, teşekkürler futbola sahip çıkan yayınevi.
Başın Öne Eğilmesin
Cesuryürekli samurailer üzülmeyin elendiniz diye. Güzel oyun adına hakkımız helaldir döktüğünüz tere. Şu 390 dakikada bir dakika futbola ihanet etmediniz, heyecanı coşkuyu sonuna kadar yaşattınız.
Tek avuntum Güney Amerika'dan birine yenilmeniz. Paraguay ilk kez çeyrek finale çıktı, elenmeniz en azından buna değer. Bir ülke çılgınca seviniyor, bir ilki yaşıyor.
Cesuryürekli samurailer üzülmeyin elendiniz diye. Futbol şansı da yanınızda olur bir dahaki sefere...
28 Haziran 2010 Pazartesi
Favorilerin Turu
2. turda şu ana kadarki maçlarda favoriler rahat galibiyetler aldı. Çoğu fazla efor sarfetmeden rahat bir şekilde sonuca gitti. Bu akşam sıra Brezilya'da idi. Şili'nin karşısında alınan 3-0'lık net galibiyet Brezilya'yı çeyrek finalde Hollanda'nın rakibi yaptı. Brezilya Arjantin'le kader birliğine devam ediyor. İki takımın da Amerika kıtasından rakiplerine karşı rahat galibiyetler alması, maçların erken kopması, kaybetme stresi yaşamamaları karbon kopya gibiydi.
Dostlar bu dünya kupasında Brezilya'yı pek çözemiyorum. Çok iyi oynar gözükmezken bir anda golleri buluveriyorlar, bunun sırrı belki de biraz da uzun süredir birlikte oynayan oyuncuların bu takımın iskeletini oluşturması. Kaliteli ayaklar rakip hatasını affetmiyorlar. Fabiano, Kaka, Robinho sahada yok derken ya gole imza atıyorlar ya da asist yapıveriyorlar. Örnekle Robinho'nun nefis vuruşu ile gelen gol maçın güzelliklerinden biri oluyor, Ramires'in bu gol öncesi şahane hareketlerini unutmayalım.
Şili bu maçta düşkırıklığı yarattı. Gruptaki coşkulu, atak Şili'den eser yoktu. Bunda Brezilya'nın kaya gibi savunması ve defansif ortasahalarının da payı var haliyle. Brezilya'da Ramires'in çeyrek final maçında oynayamayacak olması (sarı kart cezalı) dezavantaj. Şili'nin önceki maçtaki kart cezaları yüzünden Brezilya karşısında kadro sıkıntısı çektiği çok net gözüktü.
Şili veda ederken, gruptaki agresif ve coşkulu oyunuyla güzel anılar bıraktı bizlerde. Sanchez, Beausejour ve Suazo çok kaliteli ayaklar. Şili turnuvaya renk attı, ayaklarına, emeklerine sağlık.
Gündüz maçında (ki yine seyredemedim) Hollanda Slovakya'yı 2-1 ile geçmiş Robben ve Sneijder imzalı gollerle. Bizim buralarda top koşturan Vittek ise yine golünü atmış, turnuvanın en başarılı isimleri arasına girdi, bizim ligimiz için de artı puan oldu. Toplamda 4 gole ulaştı ki şu an için Higuain ile zirvede bulunuyor.
Maçın sonunda Kleberson'u sahada görmek de ilginç oldu. Nereden nereye.
Brezilya-Hollanda büyük bir maç olacaktır tıpkı Almanya-Arjantin eşleşmesi gibi. Çeyrek finaller nefes kesecek....
27 Haziran 2010 Pazar
Sıradaki lütfen...
Şanlı Arjantin'in tutkulu bir destekçisi olsak da Tevez'in ilk golünün ofsayt olduğunu belirtelim dostlar. Bu tabii ki galibiyet coşkusunu aza indirmiyor, ama hakkaniyet adına önemli bir hakem hatası olduğunu söylemek lazım.
Bu kupadaki hakem hatalarını gördükten sonra bizim hakemlerimize çok yüklenmeye hakkımız yok gibi geliyor ne dersiniz? Maçların önemi arttıkça hatalar da büyüyor gibi, umarım bunun arkası kesilir. Anıyla şanıyla bugün farka gitsek de temiz goller her zaman tek tercihimiz. Zaten hiçbir büyük takımın şaibeli gole ihtiyacı yoktur.
Bugün maçı iyi başlayan açıkçası Meksika idi. Direkte patlayan bir nefis şutları ve hızlarıyla sürekli Arjantin'in savunmasını zorlamalarıyla çubuklulara sıkıntı yaşatacak sinyaller verdiler. Tevez'in ofsayt golü gardlarını düşündü ve ardından diğer goller geldi. Moral bozukluğu oyunlarını etkiledi.
Arjantin'de günün kahramanı kuşkusuz Tevez. Bu delifişek oyuncu korkunç hızına bir de nefis şut ekledi. İkinci goldeki şutu neydi öyle. Turnuvanın bence şu ana kadarki en güzel golüydü. Tevez milli takımdaki misyonunun farkında ve kendisini kahraman gören kitle için ayrı bir hırs ve özveri ile oynuyor. Bugünkü performansı bunun net bir göstergesi.
Arjantin'in yoluna devam etmesi bize keyif verse de, bugünkü oyunu çok hoşumuza gitmedi. Önümüzdeki turda panzerlere karşı daha iyi bir oyun gerekiyor, yalnız şunu da unutmayalım Meksika bizim ligdeki İstanbul Büyük Şehir Belediyesi gibi bir takım, yani yenilmesi o kadar kolay olmayan ve dikkat edilmezse başa bela açacak bir onbir hüviyetinde. Tevez'le gelen gol iptal edilseydi, savunmayı aşmak çok kolay olur muydu çok şüpheli. Uzun süre 0-0'a çakılıp, kalan bir oyun seyrebilirdik.
Arjantin'de bugün yıldızlar adeta aktif dinlenme yaptı. Özellikle Messi çok fazla ön plana çıkmadı. Higuain gol dışında pek etkin değildi. Buna rağmen üç dört etkili atak ve Tevez'in coşkusu turu getirdi. Kadronda fazla yıldız olmasının böyle avantajları var, kimi dinlenirken kimi sahneyi alabiliyor. Yine de Almanya öncesi bu futbol pek iyi sinyaller vermedi.
Hakem hataları lehlerine işleyen iki takımı kader buluşturdu, bakalım o maçta hakemlerin performansı nasıl olacak?
Maçın sonuna doğru Meksika'da Hernandez'in golü hafif bir heyecan sağladı o kadar. Arjantin'in yürüşü bugün yavaş tempoda sürdü. Diego'suz bu kupa çok renksiz olur, sırf o yüzden bile yolun
açık olsun şanlı Arjantin :)
Almanya'ya Uğur İşlemez
Almanya-İngiltere maçından önce İngiltere'nin giyeceği forma konuşuldu durdu. Futbolda totem-uğur keyifli mevzular ama Almanya'ya kırmızı forma uğurunun işlemesi fazlaca hayalcilik olurdu. Karşında makine gibi bir takım varken işi uğurla totemle çözemezsin.
Almanya 2006 ile birlikte genç ve yetenekli bir neslin kanatları altında ilerliyor. Almanya'nın tarihi disiplini ve inatçılığı bu yeni nesilde hız ve teknikle de birleşmiş durumda, liglerinde kötü oynamalarına rağmen milli takımda bir kulüp gibi oynuyorlar.
Geçmiş Almanya kadrolarının hakkını da yemeyelim. Almanya tarihi boyunca çok teknik oyuncular yetiştirdi. Bir Möller, bir Sammer, bir Hassler bu topraklardan çıkmış oyuncular. Almanya tarihi boyunca bu teknik ayakları sistem içinde iyi kullanarak başarılar kazandı. Ayrıca Almanya'da devşirme sistemi çok iyi işliyor. Türk oyuncular başta olmak üzere diğer uyruklu oyuncular da bu takımda sırıtmadan forma giyebiliyorlar. Alman futbol sistemi yıldız oyuncu yetiştiriyor ama bu oyuncular sistemin içinde faydalı olma disiplininden kolay kolay kopmuyorlar, çok sevdiğimiz Güney Amerika serseri mayınlığı çizgisinden uzak yetişiyorlar.
Kendi öz oyuncularından taviz vermeyen İngiltere ise yıllardır tam anlamıyla bir takım olmayı başaramadı. Capello ile elemelerde bu çizgide görülseler de Dünya Kupası deneyimi takım ruhu taşımaktan uzak olduklarını gösterdi. İngiltere'nin insiyatif alacak oyuncu yetiştirememe durumu onyılların sorusu. Belki Gazza buna en yakın oyuncuydu ama ondan sonra form giyen adaylarda takımı ateşleyecek özellikler bulumadı. Lampard veya Gerard'a kötü oyuncu diyen taş olur ama oyunu coşturma adına düz oyuncular olduklarını da kabul etmek zorundayız. Rooney'nin yıldızlaşabilmesi için önce topun ona gelmesi lazım. Belki de Beckham'dan uzun süre dünya bu rolü bekledi ama Beckham da mevcut özellikleriyle bir Zidane ya da Messi olamazdı, olamadı da.
Buradaki ilginç sorun şudur ki dostlar İngiltere bu tip turnuvalarda ne bir yıldızın çevresinde ivme kazanıp, ilerlemeyi başarabilmiş ne de zamanın Soyvetler Birliği takımı ya da geleneksel Almanya sistemi gibi takır takır işleyen takım hüviyetinde bir oyun akıcılığı ortaya koyabilmiş. Böyle olunca da başarılar başka baharlara kalıyor.
İngiltere'nin neden gerçek anlamda bir futbol süperstarı çıkaramadığı bence en çok tartışılması gereken soru. Futbolun beşiği bunun acısını en çok büyük turnuvalarda çekiyor...
Tarihi Eşleşmeye Tarihi Fark: 4-1
Maçın önüne İngiltere'nin verilmeyen golü geçecek mutlaka. İngiltere'nin 66'da attığı gol hala konuşuluyor, bakalım bu gol ne kadar konuşulacak. Buz gibi golden ötesi bir gol bu, açıkçası yarın İngiliz basını ne yazacak büyük merak konusudur.
Almanya 2-0 öne geçene kadar oynadığı özgüveni yüksek futbolu yediği golden itibaren unuttu. O ana kadar savunmanın içine ve arasına atılan güzel toplarla Upson-Terry ikilisini çok zorladı. Bu ikili olmamış gerçekten. Sağ kanattaki Johnson da çok iyi görünmeyince Almanya üçe gidecek golleri de kaçırdı. İki farktan sonra erken golü bulmak İngiltere'nin bonusu oldu. Ardından Lampard'ın kesin golü (verilmeyen) maçın dengesini değiştirdi. 2-2 olsa çok değişik bir maç seyredebilirdik.
İngiltere ne kadar isyan etse haklı zira maçın çok önemli bir anında golleri verilmedi, bu maçta Almanya'nın yanındaydık ama yiğidin hakkını da teslim edelim.
Almanya'da sol kanatta Boateng aksamasına rağmen savunmanın ortasındaki ikili (tam Alman isimli) Freidrich ve Mertesacker günündeydi. Özellikle ikinci yarı bir pozisyonda Freidrich'in rakip atağı nefis kesip, topu doğru yere göndermesi derslik bir pozisyondu. Mesut Özil'i yine soğukkanlı haliyle ve ince bilek hareketleriyle izledik. Adamım Klose'nin gol atması nefis bir şey tabii ki. Bu turnuvada 2. golü, Dünya Kupaları'nda ise toplamda 12 gola ulaştı, Ronaldo'nun stres yaşama zamanıdır (Hala ilk sırada 15 gollle).
Almanya'da iki oyuncu büyük oynadı kanımca: Müller ve ismini utanarak sürekli copy paste ile yazabildiğim Schweinsteiger. Müller 2 golüyle birlikte karşı savunmayı çok yıprattı. 4-1'den sonra Almanya ağırdan almayınca, tarihi fark peşinde olduklarını düşünmeden edemedim. Yeni giren oyuncuları da cesaretle gol için oynadılar. Adeta 5-1'lik maçın rövanşını kovaladılar.
İngiltere'de ayrı bir yere koyduğumuz Gerard en yürekli oyuncuydu. Bence gereksizce savunma ağırlıklı oynatılmasına rağmen elinden geleni yaptı. Bu takımda Joe Cole niye baştan oynamaz insan inanamıyor.
İlk yarısı ile büyük bir final vadeden maç ikinci yarıda gelen iki golle bir anda sıradanlaştı. Almanya rakibin gol atma zorunluluğunu çok iyi kullandı ve üstüste 2 golle işi bitirdi. İkinci yarıda durum 2-1 iken Lampard'ın direkte patlayan serbest vuruşu yine büyük şanssızlık. (Gerçi öncesindeki faul buram buram eyyam kokuyordu).
Böylece Almanya toplam galibiyetlerde 13-12 öne geçerken, son dönemdeki kazanma geleneğini sürdürdü. Akşam Arjantin-Meksika maçından gelecek rakibini bekleyecek, gönüller tabii ki Arjantin'in yanında, futbolda her sonuç olsa da kendime adıma bu maçta sürpriz olsun istemiyorum, Diego ile bu kupa çok daha renkli :)
İngiltere açısından haliyle büyük düşkırıklığı. Verilmeyen gol gündeme oturacaktır. Bir konuyu icat etmek onu en iyi şekilde icra etmek anlamına gelmiyor ne yazık ki. Arjantin'im bu turu geçsin de çeyrek finalde nefis bir maç izleyelim :)
Asamoah Gyan: Durdurulamayan Güç
Forvetteki hızı nefes kesici, topla ilişkisi iyi ve yırtıcılığı bir panter gibi. Grup maçlarında ve dünkü oyunuyla parlayan Gyan turnuvanın yıldızları arasına şimdiden girdi.
25 yaşındaki Gyan şu an Rennes'de oynuyor. İlk büyük lig tecrübesini İtalya'da Udinese'de yaşamış. Daha büyük kulübe geçmesi beklenirken sakatlığı tüm planı bozuyor. Arada bir Lokomotif Moskova macerası var. (Rusya tarihinin en büyük 4. transferi olmuş ama orada da tutturamamış). Sonunda soluğu düzenli forma giyebileceği Rennes'te alıyor. Rennes'te toplam 50 maçta 14 gole imza atmış. Milli takımda 42 maç oynayıp, 21 gol atması forvetteki etkinliğini gösteriyor. Dünya Kupası'nda şu ana kadar 3 gole imza attı. Oynadıkça parlıyor.
FIFA'nın nefis istatistik sayfasında çok dikkat çekici bir veri var, Gyan şu anda en çok şut atan oyuncu. Rakibi ve şansını zorlamayı seviyor, yılmadan yıkılmadan zorluyor. 4 maçta attığı 23 şut bunun net göstergesi.
Bakalım Uruguay bu panterin hızını kesebilecek mi?
26 Haziran 2010 Cumartesi
İkisi de Galiptir, İkisi de Övülesi
Bazen Bir Yıldız Yeter
Gece zifiri karanlıkta yolunuzu kaybettiğinizi düşünün. Her an panikleme duygusu artıyorken, bir anda kafanızı gökyzüne çevirirsiniz ve adeta bir yıldız "Düş peşime" dercesine parıldar size. Kurtulmanın heyecanı ve mutluluğu sarar bir anda bedeninizi. İşte Uruguay'ı böylesi bir karanlıktan Suarez kurtardı bugün.
Güney Kore karşısındaki Uruguay bugün çok fazla güvendi sağlam savunmasına. Kolayca bir gol de bulunca idare eder, geçeriz moduyla biter sandı doksan dakika. Ama gitgide artan Güney Kore baskısı ikinci yarıda golü de getirdi. Tam herşey kötüye giderken en doğru zamanda Suarez tekrar sahneye çıktı ve nefis bir vuruşla gördü ağları. Güney Kore artık nereye bastırsın, zaman azalmış, ileri çıkmaktan yorgun düşmüş, sonuca razı oldu, 2-1 ile idare eden Uruguay çeyrek final yolunu tuttu.
Güney Kore üzülmesin, ellerinden geleni yaptılar. Kazanmak için gol için uğraştılar. Galiptir bu yolda mağlup. Asya'nın hoş bir tadı oldular turnuvada. Emeklerine sağlık. Amma velakin önümüzdeki turda Uruguay çok daha iyi oynamak zorunda.
Bazen bir yıldız yeter, ama yetmediği gün de olur. Bugün Uruguay idare etti, bakalım önümüzdeki tur nasıl geçecek...
La Mano De Dios
"Doğdum bir kenar mahallede
Tanrı'nın isteğiyle
Büyüdüğüm ve hayatta kaldığım yerde
Zorlukları göğüsleyen alçakgönüllü örnek olarak...
Hayatta başarılı olmak için hevesle
Her attığım adımla
Futbol sahasında
Unutulmaz bir sol el bıraktım
Durmadan çalışarak
Alev alev yanan ihtirasla gerçekleştirmek için
Ufacık bir veletken,
Dünya Kupası'nın hayalini kurdum
ve Primera'nın* zirvesine çıkmanın
Belki de top oynayarak
Aileme yardım edebilirdim...
Ta başlangıçtan beri
Doce** ortalığı inletti
Rüyamda bir yıldız vardı
Goller ve çalımlarla dolu
Ve herkes söyledi
"Tanrı'nın Eli" doğdu
İnsanlara neşe saçtı
Bu topraklara zafer getirdi
Sırtımda bir haç taşıyarak
En iyi olduğum için
Kendimi satmamak adına
Güçlüye karşı durdum
Heveslendiren güçsüzlük
İsa bile sendelemişken
Ben niye günaha girmeyeydim?
Şöhret beni beyaz bir kadınla tanıştırdı
Gizemli tad ve yasaklanmış zevkle
Beni kendi bağlayan
Ki tekrar onu kullanayım diye
Tüm hayatımı almak için
Ve bu da bir maç sonuçta
Bir gün kazanacağım...
Ta başlangıçtan beri
Doce** ortalığı inletti
Rüyamda bir yıldız vardı
Gol ve çalımlarla dolu
Ve herkes söyledi
"Tanrı'nın Eli" doğdu
İnsanlara neşe saçtı
Bu topraklara zafer getirdi
OLEY OLEY OLEY DIEGO DIEGO
OLEY OLEY OLEY DIEGO DIEGO
Ta başlangıçtan beri
Doce** ortalığı inletti
Rüyamda bir yıldız vardı
Gol ve çalımlarla dolu
Ve herkes söyledi
"Tanrı'nın Eli" doğdu
İnsanlara neşe saçtı
Bu topraklara zafer getirdi"
Şarkı: Rodrigo Bueno (1973-2000)
* Primera = Arjantin 1. Ligi
** Doce = Boca Juniors'un ateşli taraftar grubu
Her zaman ağlatmıştır, ağlatacaktır...
İngiltere-Almanya: Tarihten Gelen Büyük Rekabet
2. tur karşılaşmalarında en dikkat çeken kuşkusuz İngiltere-Almanya eşleşmesi. Bizim anılarımızda hep Almanya'nın penaltılarda da olsa İngiltere'yi yenmesi, hatta Lineker'in haklı tespiti kalmış, evet futbol 11 kişiyle oynanan ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur. (Yarı finalde Arjantin'e denk gelseler de bu sefer bunu çürütsek artık).Özellikle iş penaltılara kalırsa İngiltere'nin strese girmemesi zor gözüküyor.
Eski ismiyle Federal Almanya'nın İngiltere ile rekabeti 1930'lara kadar gidiyor. İlk kez 1930'da bir araya gelen iki ülke hazırlık maçında 3-3'lük beraberlikle sahadan ayrılmışlar. Toplamda 15 kez İngiltere sahadan galip ayrılmış, 10 kez ise Almanya galip, 6 kez de berabere kalmışlar. Almanyalar birleştikten sonraki maçlarda (yani 90ların başı ile) Almanya'nın 6-3'lük üstünlüğü var, bu da Almanya hep İngiltere'yi yeniyor söyleminin çıkmasında çok etkili oldu.
Dünya kupalarında 4 kez karşılaşan takımlar arasındaki maçların ikisini Almanya almış, İngiltere'nin bir galibiyeti var. Bir maç da beraberlikle sonuçlanmış.
İki ülkenin tarihe geçen maçlarının başını haliyle 1966 Dünya Kupası finali çekiyor. Beckenbauer'in genç yetenek olarak parladığı, top çizgiyi geçti mi geçmedi mi tartışmalarını yaşandığı unutulmaz maçta İngiltere 4-2 galip gelerek tarihinde ilk kez dünya kupası sahibi olmuştu. 2002 Dünya Kupası elemelerinde ise Almanya kendi sahasında hezimete uğradı ve 5-1'lik bir yenilgi aldı.
İngiltere'de penaltı korkusu yaratan iki maç var ki onlar da unutulmaz, 1990 Dünya Kupası ve 1996 Avrupa Şampiyonası'nda Almanya rakibini penaltılarla yenerek kupa dışına itti.
Yarın bizi büyük maç bekliyor, ben bu maçla ilgili iyimser düşünüyorum, bence mücadele ve güzel oyun üst seviyede olacak. Galip gelen toplam galibiyette öne geçecek. Kim yensin diye sorulursa, Almanya yensin tabii ki :)
Grup Maçlarının Ardından
Dünya Kupası'nda grup maçlarını tamamladık dostlar. Dün de belirttiğim gibi 2. tura geçen takımlara baktığımda en adaletli turnuvalardan birini yaşıyoruz. Oyunu büyük bir iştahla oynayan, mücadele eden herşeyin ötesinde ortaya ruhunu koyan takımlar gruplardan çıktı.
Kendi adıma Amerika kıtasından 6, Asya kıtasından 2 takımın çıkmasını büyük bir keyif olarak tanımlıyorum. Şanlı Arjantin'in yanı sıra Honduras'ın dışında Güney Amerika takımlarının başarısı mutluluk verici. Futbolu güzelleştiren takımlar ilerliyor, Avrupa çöktü. Toplam galibiyetlerde 9-7 yenik olsak da sorun yok. Bu turda çok ilginç bir şekilde Avrupa takımları birbirleriyle oynayacaklar.
Eşleşmelere bakalım:
Uruguay-Güney Kore
ABD-Gana
Hollanda-Slovakya
Brezilya-Şili
Bu sekizli arasından Brezilya-Uruguay yarı finali çok olası gözüküyor. Yaparsa Hollanda sürpriz yapacak gibi.
Arjantin-Meksika
İngiltere-Almanya
Paraguay-Japonya
İspanya-Portekiz
Bu tarafta gönlümdeki yarı final Arjantin-İspanya olur. Çeyrekte Arjantin-İngiltere müthiş bir kapışma olur. Arjantin-Almanya olursa yine keyif verir. Meksika çıkarsa zaten turnuvanın en büyük sürprizlerinden olur. İlk tur maçlarında İspanya'yı da Portekiz'i de pek beğenmedim. O maç her sonuca açık gibi görünüyor.
Heyecana ara yok, bugün ikinci tur maçları başlıyor :)
25 Haziran 2010 Cuma
Güney Amerika Gürül Gürül
Önce Şili'yi tebrik edelim. Kıta nefis bir sınavdan geçti, yürekli ve hızlı Şili de ismini 2.tura yazdırdı. Daha önce seyredemediğim Şili'nin futbol coşkusuna hayran oldum. İspanya uzun süre her zaman alışkın olduğumuz orta saha üstünlüğünden uzak kaldı. Rakibin sertliği ve hızı karşısında şaşırdıklarını söyleyebiliriz. Şili için eleştirilecek yan ise futbol coşkusunu zaman zaman gereksiz sertliğe taşımaları. Ne kadar kırmızıya dönen ikinci sarı kart ağır bir karar olsa da daha sakin oynamaları ileride Şili için kazanç olur, potansiyeli ve coşkusu yüksek bu takımın maçlarını da onbire onbir tamamlaması gerek.
Maçın başında Şili kalecisinin hatasını David Villa zeki bir vuruşla cezalandırdı, kalecinin boşalttığı kaleye uzaklardan nefis bir sol plase yaptı. İspanya'nın ikinci golünde Iniesta ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu gösterdi. Kırmızı kart ile çöker diye beklenilen Şili ikinci yarının başında attığı gol ile pes etmediğini gösterdi, 2-1 yenilgiye rağmen Brezilya'nın ikinci turdaki rakibi oldular. Şili'nin sol açığı ismi çok zor Beausejour çok iyi oyuncu. Şili'nin hocası ve seyircisi çok renkli ve heyecanlı. İkinci tura yakıştılar. Can Zamorano'ya selam olsun.
Gündüz Brezilya Portekiz'le 0-0 kalmış, adeta iki takım da idare etmişler. Fildişi Sahili ise kapanışı güzel yaptı ve Kuzey Kore'yi 3-0 yendi. Toplamda Avrupa'ya karşı 9-7 yenik durumdayız.
Bu kupanın en çok adaletini sevdim dostlar. Şöyle bir bakıyorum da ikinci tura çıkan takımlar hep hakeden takımlar olmuş. Güney Amerikam coşmuş, Asya göğüs kabartmış, futbolu yürekle ortaya koyanlar dev rakipler arasından sıyrılmış, turnuvanın geleceği için heyecan verici bir durum.
Durmak yok, yarın birbirinden heyecanlı ikinci tur maçları başlıyor :)
24 Haziran 2010 Perşembe
11 Samurai
Önce Japonya'dan bahsetmek isterim, Asya'nın 2. gururundan. Üstad Akira Kurosawa'nın unutulmaz filmi "7 Samurai"yi hatırlayarak selamlarım kendilerini. Zorlukları ve engelleri yürekleriyle aşan ve futbol coşkusunu her hattıyla yaşatan 11 Samurai Danimarka'yı 3-1 ile geçti ve 2. tura çıktı.
Japonya'nın ilk iki golüne dikkat edelim. Uzun süredir seyrettiğim en güzel frikikler arasına rahat girerler. Sonra Honda'ya bakalım. Şık hareketlerini, futbola olan tutkusunu alkışlayalım. Aslında yürekten tebrikler tüm takıma. Son on yıl içinde Asya futbolu milli takımlar bazında müthiş bir gelişme gösterdi. 2002 Dünya Kupası'nın ve Uzakdoğu'da çalışan ünlü duayen hocaların bunda payı büyük. Güney Kore, Japonya gibi takımlara dikkat edin, futbolu tenefüse çıkmış talebeler edasında bir tutkuyla oynuyorlar. Bu ateş devam ettikçe yeni başarılar gelecek.
Avrupa'yla sıklet farkını inanılmaz bir hızla kapıyorlar.
Grubun diğer maçında Hollanda Kamerun'u 3-1 yendi ve üçte üç yaparak turladı. Benim için bu maçla tek heyecan verici olay Robben'in oyuna girmesidir, ki bir şutu direkten döndü, tamamlayan Huntelaar golü buldu. Robben'le önümüzdeki turlar daha renkli olacak, ama beklediğim Hollanda da kesinlikle bu değildi.
Yarın erken maçların içinde Portekiz - Brezilya eşleşmesinin olması güzel oyun aşıkları için büyük şanssızlıktır. Şu maç akşam oynanamaz mıydı sanki? :( Avrupa'ya karşı 9-8 yenik durumdayız, ama iyi gidiyoruz...
Arriverderci Son Şampiyon!
Dün ve bugün sadece Almanya-Gana maçını seyredebildim. İki gün toplamında en flaş gelişme son şampiyonun kupa dışı kalmasıdır, hem de grup sonuncusu olarak. Slovakya karşısında 3-2 kaybeden İtalya erken veda etti. Bizim buraların oyuncusu Vittek büyük oynamış anlatılana göre.
Son kupanın finalistleri ilk turda elendiler. Açıkçası gruplarında oynadıkları oyunlardan felaket bağıra bağıra geliyordu. Saha içi öndersiz İtalya, saha içinde ve dışında karışık Fransa başarıya ulaşamadı.
İkinci şaşırtıcı olay ise ABD'nin son dakika golüyle ikinci turu bulması. Bence turu 2-0'dan 2-2'ye getirdikleri Slovenya maçında yakaladılar. Oyunu büyük bir iştahla oynamaları ve kondüsyonları önemli artıları. Gana ile oynayacakları maç kıran kırana geçer.
İngiltere zorlanarak çıktı gruptan, son maç iyi oynadıkları söyleniyor. Gruptan 2 gol atarak çıkmış olmaları çok pozitif bir tablo çıkarmıyor ortaya. 2. turdaki Almanya maçı büyük kapışma.
Sırbistan ise bu kupadaki büyük düş kırıklığımdır, Avustralya'ya 2-1 yenilerek gruptan çıkamadılar, Almanya'yı yenmişsin, en kötü ihtimal Avustralya'dan bir puan alman lazım.
Almanya-Gana maçı turnuvadaki en iyi maçlardan biriydi. Karşılıklı güzel ataklar ve gol pozisyonları nefes kesti. Mesut Özil ilk yarı bir tane yüzde yüz kaçırdı, ikinci yarı ise nefis bir gole imza attı. Top ayağına yakışıyor, Almanya'nın disiplinli ve tempolu oyununa estetik katıyor. Gana bu yenilgiyle elense üzülürdüm, çünkü üç maçta da çıkmayı hakedecek futbolu oynadılar, güzel oyunun bekçilerinden oldular.
Paraguay son maç idare etmiş anlaşılan, 0-0'lık Yeni Zelanda beraberliği grup liderliğine yetti. Yeni Zelanda ise yenilmeden elendi ve turnuvayı tamamladı. Üç beraberlik büyük başarıdır. Hoca ve ekibi ne kadar kutlasalar az. Turnuvayı İtalya'nın üzerinde tamamlayacaklarını kim tahmin ederdi ki.
Avrupa'ya karşı 8-7 gerideyiz, ama bu kupada özellikle Amerikalar ve Afrika iyi gidiyor. Asya'lı Güney Kore'nin kıtanın yüzakı olması da ayrı bir tebrik konusu. İleriki turlarda çok daha iyi maçlar bekliyorum, çünkü güzel oyunun kralları turnuvada ilerliyor :)
22 Haziran 2010 Salı
Çubuklu Mavi Beyaz, Ne Söylesem Az
De Michelis'in 78'de tavana çaktığı top, savunma futboluna inen bir darbedir. Biz güzel oyunun tutkunları adeta kendimiz vurduk o topa güzel oyunun geleceği adına.
Arjantin'i bu yüzden seviyoruz işte. Futbola ihanet etmez bu takım. Beraberliğin yettiği maçta çıkar sayısız pozisyona girer, yüzde 65'e yüzde 35 oynama yüzdesi ile tamamlar karşılaşmayı. İleri oynar, gol atmaya oynar, gününde olsun olmasın coşkusunu azaltmaz güzel oyunun. Pası alır verir, ince görür, basar çalımı, uzar kale önüne doğru.
Bu öyle bir coşkudur ki 1-0 öne geçer yine yetmesine rağmen, 85te dalar çalımlarla ceza alanına çakar direğe şutunu. Çökmez kalesinin önüne, tepiklemez ileriye her gelen topu.
89da dizer yine tüm savunmayı ip gibi, Messi olur kabus olur, Palermo olur topu yuvarlar köşeye.
Yunanistan kalecisini tebrik etmek lazım, birbirinden müthiş beş şut çıkardı, ama tek başına duramazsın Arjantin'in karşısında.
Marş söylenirken tribünlerine, oyuncusuna ve hocasına bak, tutkuyu, tangoyu, futbol aşkını orada göreceksin.
Bize Veron'u seyrettiren, genç yıldızlara kanat geren, yerinde duramayan Diego'yu göreceksin.
Güzel oyunun bayrağını şanıyla dalgalandıran Arjantin'i göreceksin....
Süper Marsel
Şenola Latin Amerika
Şimdi sıra akşamda, haydi şanlı Diego, haydi şanlı Arjantin... Bu gruptan bir de Güney Kore gelsin. (Nijerya'nın şansı az ondan diyorum yoksa o da gelse hoştur, iyidir).
21 Haziran 2010 Pazartesi
Favori Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı
İspanya ve Honduras arasındaki güç dengesizliğini düşündüğümüzde İspanya'nın idare eder bir oyunla kolayca sonuca gittiğini söyleyebiliriz. Maçın başında Honduras biraz daha yürekli, İspanya ise aceleci gibiydi, sanki "Bir an önce golleri bulalım, rahatlayalım" telaşesi oyuncuları sarmıştı. Tam yoksa Honduras pozisyona mı girecek diye düşünürken Villa güzel bir vuruşla golü buldu ve İspanya ondan sonra sayısız gol pozisyonuna girdi.
Kaçan penaltı ile birlikte gol pozisyonlarını saysak bugünkü Portekiz farkına ulaşabilecek şansları yakaladı İspanya. Torres'in düşündürücü form durumu ve son vuruşlardaki eksiklikler rekor golü engelledi, üçüncü maçta bu golleri İspanya arar mı arar. Şili karşısında galip gelmeleri gerekecek (İsviçre'nin Honduras'ı yenme ihtimali düşünüldüğünde), bu kadro ve diziliş o maçta tekrarlanır mı merak konusu. Xavi Iniesta'sız bu maçı iyi idare etti. Daha zorlu maçlarda göbekte bu ikiliye ihtiyaç var.
David Villa ikinci golü de buldu biraz da şansının yardımıyla, bu kupada o kadar çok savunmaya çarpıp giren gol izledik ki, artık insan kanıksamaya başlıyor. Penaltıdaki vuruşu da güzel, auta gitmesi şanssızlık. Özellikle Ramos'un öne doğru cesaretli futbolu her zaman keyif veriyor. İspanya şu anki kadrosuyla düşük viteste oynarken bile zevkle seyredilen bir takım.
Gündüz maçlarında Portekiz biraz abartmış ve Kuzey Kore'yi 7 golle geçmiş. Brezilya-Portekiz maçı keyifli olacağa benzer. Şili ise İsviçre'yi de 1-0 ile geçerek yeni bir Latin Amerika efsanesi yazmaya devam ediyor, alkışlar yürekten gider. Gönlüm bu gruptan İspanya ve Şili ile çıksın istiyor, işallah öyle olur.
İkinci maçlar sonunda Avrupa Kıtası 7-5 önde. Artık 14.30 maçları sona erdi. Hepimize hayırlı olsun...
Dünya Kupalarında Arjantin-Brezilya Rekabeti
İlk iki maçları sonunda gruplarında aynı puandalar: 6. Attıkları gol aynı: 5, yedikleri gol aynı: 1. Şu an için adeta kafa kafaya gidiyorlar. Güney Amerika'nın iki devi kayıpsız ve istim üstünde. 5 kupalı Brezilya ve 2 kupalı Arjantin şu ana kadar sağlam gidiyorlar.
Dünya Kupalarında iki büyük takım şu ana kadar 4 kez karşı karşıya gelmişler. Brezilya'nın 2-1 üstünlüğü bulunuyor, bir maç berabere bitmiş.
Kaderin ilginç tesadüfü iki takım birbirleriyle hep 2. tur maçlarında karşı karşıya gelmişler. Çeyrek, yarı final ya da tacın giyileceği son maçta yolları birleşmemiş.
Kader iki takımı Dünya Kupalarında ilk kez 1974'te bir araya getiriyor. Brezilya Rivelino ve Jairzinho'nun golleriyle Arjantin'i 2-1 yeniyor. Arjantin'in tek golü Brindisi'den.
1978'de Arjantin'in ilk kez kupayı kaldırdığı turnuvada 2. turda karşı karşıya geliyorlar. Maç 0-0 berabere bitiyor.
1982'de ise Brezilya yine 2.tur gruplarında 3-1 kazanıyor. Zico, Serginho ve Junior Brezilya'nın golcüleri olurken, Arjantin'in tek golü Diaz'dan geliyor.
Son olarak ise hafızalarımızda yer eden maçlardan 1990 karşılaşması. 2. turda Arjantin Caniggia'nın tek golü ile Brezilya'yı kupanın dışına itiyor (Pas tabii ki D10s'tan):
Bu kupada da böyle bir eşleşme nefis olmaz mı?
20 Haziran 2010 Pazar
Dünya Kupası Resmi Posterleri
Dünya Kupası resmi posterleri içinde bir numaram yukarıdaki Meksika 1970 posteri. Tüm posterleri aşağıdaki adresten görebilirsiniz:
http://expertfootball.com/history/world_cup_posters.php
Arjantin 78 ve İspanya 82 de diğer favorilerim :)
Sadece Goller Yeter Mi?
İtiraf edeyim beklentimin altında bir maç oldu. Bunda özellikle Fildişi'nin maçın başında oyuna ürkek girmesi etkili oldu. Sanki rakibin ismini çok fazla büyütmüşler gibi geldi ki, ilk düzgün şutları yaklaşık 37-38. dakikada geldi. Golleri yedikçe de iyice oyundan düştüler , bu da maçı farka götürdü. Drogba'nın şık golü maça azıcık heyecan kattı o kadar.
Brezilya'yı belki de tarihindeki en iyi savunma ile izliyoruz. Hem teknik, hem de hızlı ve güçlü oyuncular iyi bir kaleci ile çok sağlam duruyorlar. Bu sezonu formsuz geçiren forvetler ise bu maçta bu kadar rahat gol bulabiliyorsa bu daha çok karşı takımın çok kötü bir gününde olması ile ilgili, Fildişi bugün düş kırıklığı yaratacak kadar etkisizdi. Kaka çok dağınık bir gününde olmasına rağmen gollerde büyük rol oynadı, Fabiano ise goller dışında (ki birini eliyle düzeltip, attı) etkisizdi. Fildişi Sahilleri'nde Gervinho veya Keita daha erken oyuna girmez miydi? İnsan sormadan edemiyor.
Gelelim Elano'ya. Çok büyük şanssızlık sonucu sakatlandı. Dünya Kupası kendisinin nasıl bir oyuncu olduğunu anlamamız açısından dersler veriyor. Elano bir takım oyuncusu, hem de en kalitelilerinden ama örnekle bir Lincoln değil. Tıkır tıkır işleyen bir sistemde performans verir, ama kritik anlarda kendisinde takım kurtarmasını beklemek hayalcilik. Attığı golde doğru yere koş yaptı ve gereken vuruşu gösterdi. Elano'da bunu seviyorum, golü atarken illa ki abanmak ya da şaşalı bir vuruş yapmak gerekmiyor. Elano gollerinde genelde topu doğru yere yuvarlıyor, topla hırslı ya da hınç dolu bir ilişkisi yok. Çok sert bir darbe ile sakatlanması büyük şanssızlık, ve bu pozisyona sarı kart bile çıkmadı. Soyunma odasına iki kişinin yardımıyla gitmesi sakatlığı hakkında iyi işaretler vermiyor :( (Bu arada ben her zaman Lincoln tarzı oyuncuları tercih ederim o da ayrı mesele)
Dunga standart bir kadro kurmuş ve onu bozmak istemiyor, yani her şartta inandığı ekibi oynatan teknik direktör tipi. Bunun artıları ve eksileri de var haliyle. Sonuçlar iyi gittikçe kimse "Bu sezon Fabiano, Kaka ve Robinho ne oynadı ki sürekli ilk on birde oynatıyorsun?" diye sormaz. Ama bir yandan insan hayal etmeden de duramıyor, bu savunmanın önünde iyi bir Ronaldinho, Ronaldo ve Rivaldo olsaydı bu takım nasıl bir şey olurdu diye.
Bu kupadaki hakem performansları da sınıfta kalacak cinsten. İlk yarı Fildişi'nin çok net bir korneri görülmüyor, Fabiano elle düzeltip gol atıyor, Elano'ya gelen darbe iki kırmızı kartlık devam. Kaka'nın kırmızı kartı komedi. Brezilya ne olursa olsun üstündü ama insanın keyfini kaçıracak hatalar olması güzel oyunun tadını kaçırıyor.
Fildişi Sahilleri'nin kötü oyununun yanı sıra Elano'ya yapılan darbenin benzeri müdahaleler yakışmadı. Keita iyice gardı düşmüş bir takımın oyuncusu olarak sahaya girdi ve o dakikadan sonra mucizeler yaratması beklenemezdi. Tertemiz ve şık bir gol atan Drogba da Süperman değil neticede, bu kadar aksayan bir takıma ancak bu kadar katkı verebilirdi.
Keita yurdumuzda da yaptığı hareketlerden benzeri Kaka'ya yaptı ve rakibi adeta oyundan attırdı. Göğse gelen darbeden sonra yüzü tutmak, yarım metre öteye düşen pet şişe yüzünden yerde yuvarlanmakla aynı neredeyse. Müthiş yeteneğinin yanında bu hareketler olmuyor, şık durmuyor.
Ne umduk, ne bulduk. Tatmin etmeyen oyun, inanılmaz hakem hataları, Elano'nun sakatlığı, çirkin davranış ve sertlik. Goller derseniz, gollere hiç lafım yok, hepsi de güzeldi :)
Işıldayan Paraguay, Mücadeleci İtalya
Gündüz maçlarında Paraguay Latin Amerika'nın göğsünü kabarttı ve Slovakya'yı 2-0 ile geçerek, grupta avantajı ele geçirdi. Diğer takımlara dalıp, bu güzide ekibi atlamışız. Formalarından oynadıkları oyununa Paraguay bu turnuvanın en renkli takımlarından biri olduğunu gösterdi. Özellikle Cruz - Vera- Valdez üçlüsünü seyretmek keyif veriyor.
Şimdi ilk gollerini bir hatırlayalım. Tipik bir Güney Amerika golüydü. Nefis bir ince pas ve son hamlede Vera'dan harika bir dış vuruş. Bu estetik ancak bu kıtadan çıkar. İkinci yarı vites düşürseler de Riveros'un şık golü işi bitirdi. Slovakya'da bizim buranın kramponları çok geç oyuna girdiler ve etkili olamadılar. Maçta yanlış mı duyuyorum diye şüphe ettim ama gerçekten de Slovakya'da Salata diye bir futbolcu oynuyor. Bu güzel galibiyetle Avrupa'ya karşı durum 5-4 oldu, gerisi için hayırlısı diyorum.
Son şampiyon teklemeye devam ediyor. İki maçtır öne geçemediklerinden İtalyan futbolundan örnekler sunamadılar. Hep öne oynamak zorunda kaldılar ki, maçı ancak beraberliğe getirebilmek ilerisi için zorluk çıkarabilir. Gerçi bu gidişatlarından da korkmak lazım, 82'de tekleye tekleye ilerleyip, şampiyon olmuşlardı. İtalya takımının oyuncuları birer yıldız olsa da benim gözümdeki eski İtalyan yıldızlar gibi değiller. Takımda takdir edilesi bir çaba ve mücadele var ama sanki bir yıldız dokunuşu eksik, yetiş Pirlo bölüm iki. Eskiden böyle durumlarda Baggio çıkar çilingir gibi durumu çözerdi. Son maçta Slovakya karşısında ölüm kalım mücadelesine çıkacaklar, en büyük avantajları ise tecrübeleri olacak.
Akşamki şölene az kaldı. Beklentim çok büyük, Brezilya ve Fildişi Sahilli kardeşler lütfen üzmeyin bizi, güzel futbol sizden çok şey bekliyor...
Sensiz İlk Babalar Günü
Sensiz ilk Babalar Günü
İnan ki ağlamıyorum
Biliyorsun senden en çok inadı devraldım
Dişlerimi sıkıyorum...
Soğuk bir Aralık günüydü
En çok ruhum üşümüştü
Şimdi mevsimlerden yaz
Aklıma düştükçe hala üşüyorum...
Sen mi biz mi ofsaytta kaldık
Hayat neden hep ters köşeye yatırır
Umutlananlar doksan artıda yıkılır
İnan ki bilemiyorum...
Sensiz ilk Babalar Günü
Seni çok özlüyorum
Biliyorsun ki senden en çok inadı devraldım
İnadına ağlamıyorum...
Vukuatlı Turnuva
Şu ana kadarki gidişat en vukuatlı kupalardan birini yaşadığımızı gösteriyor dostlar. İngiltere'nin Cezayir beraberliğinden sonra soyunma odasına taraftar dalmış, ne dedi acaba "Give us Capello" mu, böyle bir turnuvada bile bu tip bir olay gerçekleşiyorsa yetkililer gelecekteki adayları daha sıkı gözden geçirmeli. Sanki Dünya Kupası değil de amatör ligde bir karşılaşma sonrası.
İki çalkantalı takımdan biri elendi. Kamerun'da Etoo'ya çok salladılar, dün golü de attı, ikinci golü bulsaydı (ki şutu direkte patladı) yine söylentiler devam edecek miydi insan düşünmeden edemiyor. Diğer çalkantılı takım Fransa'da ise Anelka kamptan kovuldu. Sahada hocaya biraz sert bir veryansın edince gözünün yaşına bakmamışlar.
Batistuta'nın da odası soyulmuş, kimin başına gelse çok üzülürüm ama bir de Batigol olunca insan daha da üzülüyor.
Saha içi ve dışı bol vukuatlı gidiyor hadi hayırlısı. Artık güzel futbol ve goller herşeyin önüne geçsin, kulaklardaki vuvuzela vızıltını silsin...
Aslanlar Gibi Veda
Afrika aslanı Kamerun, Danimarka'ya 2-1 yenilerek 2. tur şansını kaybetti. Seyrettiğim maçlar içinde en keyiflisi bu karşılaşmaydı. İki takımın da puana ihtiyacı olması gole dönük oyunu beraberinde getirdi. Kamerun'un kaçırdığı goller oyunun kaderini çizmiş oldu, olsun aslanlar gibi oynadılar, ellerinden geleni yaptılar. Öne geçmelerine rağmen savunmadaki hatalar yenilgiye zemin hazırladı.
Maçtan aklımda kalan goller ve mücadele, sürekli heyecan, Etoo'nun anlamlı gol sevinci, Rommedahl'in nefis golü. Dolu dolu bir doksan dakika idi. Böyle elenmeye helal olsun diyorum, ben güzel oyun adına Kamerun'a hakkımı helal ettim. Artık bir dahaki turnuvaya...
Cumartesinin ikinci maçında Avustralya Gana ile 1-1 berabere kalmış. Son maç öncesi Avustralya'nın işi çok zor. Kewell da kırmızı kart görerek büyük ihtimalle turnuvayı tamamladı. Maçtan sonra "Hakem turnuvamı bitirdi" gibilerinden konuşarak bizden de birşeyler kaptığını belli etmiş :) Hakemlerin bu turnuvadaki kart seçimleri hep konuşulacak sanırım. O kadar çok sarı ve kırmızı kart çıkıyor ki hangisi doğru hangisi yanlış insan iyice şüpheye düşüyor. Turnuva sonuna doğru kıran kırana maç seyredemeyecek miyiz düşünmeden edemiyorum. Bu arada Cumartesi maçları ile Avrupa diğer kıtalara karşı 5-3 öne geçmiş oldu, artık toparlanmamız lazım.
Bu akşam Fildişi Sahilleri-Brezilya maçını hangi futbolsever iple çekmez ki :)
19 Haziran 2010 Cumartesi
Skorsever Portakal
Hollanda Japonya'yı 1-0 ile geçti ve hem ikinci tur hem de liderlik için büyük avantaj sağladı. Maçı kaybetmeyelim bir tane sıkıştırırsak da ne şahane olur taktiği işe yaradı ve çok da keyifli olmayan bir doksan dakika sonucunda Japonya da umutlarını son maça bıraktı. Dostlar Hollanda da bu mentalite ile oynuyorsa güzel oyunun geleceği için kaygılanmakta haklıyız demektir.
Bu turnuvada santraforsuz bir Hollanda seyrediyoruz ki Van Basten, Kluivert, Van Nistelrooy gibi unutulmaz adamları çıkaran bir ülkeden bahsediyoruz. Kanımca çok iyi oyuncu olmasına rağmen Van Persie'den golcü olmaz. Böyle bir oyuncuyu rakip savunma içinde boğuşmaya bırakmak enerji kaybı gibime geliyor. Robben'i şu durumda riske etmemek akıl karıydı, ikinci tur gelse de bir an önce seyretme şansımız olsa.
Sneijder'in golü konuşulur, yine turnuva topu gündeme gelecek ama kalecinin topu doğru çıkarmadığını düşünüyorum. Japonya'da Okubo'yu beğendim, ikinci yarı şutları biraz daha iyi olsa gol şansını yakalayabilirdi. Japonya'nın hocası Japon şirketi üst düzey yöneticisi gibi, insanın karşısında önünü ilikleyesi geliyor.
Maçın 68. dakikasında bir Japonya atağında Hollanda sağ beki Van Der Wiel bir savunma oyuncusu kademeye nasıl girmeli dersini verdi. Bence eğitimlerde bile gösterilebilir, arkasındaki forvet oyuncusunu kontrol ederek topun ona geçmesini engelledi, geri koşusunda rakibi ve mesafeyi kollamaktaki dikkati ve becerisi dikkatimi çekti. Savunma sadece yetenek ve dayanıklılıktan ibaret değil kanımca, konsantrasyon çoğu zaman herşeyin önüne geçiyor. Özellikle savunma oyuncusunun konsantrasyonunu kaybetme gibi bir lüksü yok.
Hollanda için bir artı da Van Bommel'in iki maç boyunca sakin kalması, belki de biraz da maçların tansiyon düşüklüğünden. Ben şimdi özellikle ikinci turu ve Robben'i bekliyorum...
Harika Çocuk
18 Haziran 2010 Cuma
Hararet Artıyor
ABD ise Slovenya önünde 2-0'dan 2-2 yapmış. Slovenya'nın büyük kaybıdır. ABD son maça ümitli olarak gidiyor.
Akşam sonunu yakaladığım maçta Cezayir İngiltere'ye geçit vermedi. Benim seyrettiğim kısımda nefis savunma yaptılar ki tüm maç öyleymiş (Burada katı çirkin savunmadan bahsetmiyorum) Son maç ABD'yi yenerlerse çıkma şansları bile var. Ne güzel olur, Mısır'ı eleyip geldiler buraya, kesinlikle boş takım değil. Bu grup da karıştı iyice. İngiltere büyük düş kırıklığı, basınlarında neler yazar artık, Capello ve oyunculara sabır versin.
İki grupta da tam bir kördüğüm durumu oluştu, son maçlar keyifli olacak.
17 Haziran 2010 Perşembe
En Keyifli Gün
Öyle güzel bir futbol akşamıydı ki "Candır" takımlardan Meksika Fransa'yı 2-0 ile geçerek keyfimize keyif kattı. Gündüz Arjantin, akşam Meksika, selam olsun sana Latin Amerika...
Gerçek futbol seyircisini duyduk ilk kez. İlk golden sonra "Mekhiko Mekhiko" sesleri vuvuzelalara inat yükselirken, son dakikalarda çektirilen "Oley" görülmeye değerdi. Elleri dilleri dert görmesin.
Dostlar kimse kusura bakmasın Avrupalı takımların rakipleridir bu turnuvada sevdiklerim, tuttuklarım. Bu galibiyetle durumu 3-3 yaptık. Kupa Avrupa dışına çıksın...
Fransa'yı en son 1984-1986 arası çok beğeniyordum. Platini, Giresse, Tigana dönemleri. Benim futbolundan keyif aldığım Fransa odur. Şimdi iki maç sıfır puan. Son maç Uruguay ve Meksika'ya bir puan yetiyor. Yani Fransa Güney Afrika'yı farklı geçse de nafile. Uruguay-Meksika elele çıkar, Fransızlar soluğu evinde alır diyor örümcek hislerim.
Bizim futbol ulemalarına ders bölüm ikide Dos Santos çıktı sahneye. O da futbolcu değil zaten. Boşa koşuyor, mücadele etmiyor değil mi. Zaten bu topraklara gencisi yaşlısı top ayağına yakışan adam, insanı heyecanlandıran yıldız gelmesin, gelse de sabredilmesin. Ama durun şimdi şöyle diyecekler, "Kendi milli takımlarında oynuyor, burada yatıyor" diyecekler. Acaba aynı dili konuştuğu insanlarla bir arada olmaktan dolayı olabilir mi, yıllardır aynı oyuncularla beraber oynuyor olmaktan, pas alabildiklerinden, pas verebildiklerinden dolayı olabilir mi?
Shakira'nın şarkısını daha bir keyifli dinliyorum bu gece. Gündüz Arjantin, akşam Meksika, selam olsun sana Latin Amerika...
Bir Acayip Turnuva
Tam Fransa-Meksika maçını seyrediyorken, kısa bir süre için de olsa yayının kopması tadları kaçırdı. İnsan ön yargılı olmak istemiyor ama şu ana kadar oynanan futbolla da, maç saatleriyle de, vuvuzela ve topuyla da sanki pek tat vermeyen bir turnuva yaşanıyor.
Güvenlik konuları gündeme gelen bir ülke koskoca Dünya Kupası'nı düzenliyor da biz Avrupa Şampiyona'sı nasıl alamıyoruz insan düşünmeden edemiyor. Maç saatleri özellikle çalışanlar için talihsiz. İlk maçı kaçırırsın, ikinci ancak ucundan. (Tabii ki her kıtadaki izleyeni mutlu etmek de kolay değil).
Jubilani'ye özellikle kaleciler laf söylüyor, gerçi kalecilerin yeni toplardan memnun olduklarını pek göremiyoruz.
Atılan gollerdeki kaleci hataları dikkat çekici, kendi kalesine gol atma yaygın ya da çarparak gol olma durumu söz konusu. Acaba bu vuvuzela oyuncuları transa mı geçiriyor, sahadakilere sormak lazım, Allah sabır versin...
Uzun lafın kısası dostlar futbol kültürü olan ülkelerde yapılan turnuvalar bir başka güzel oluyor. İstediğin altyapıyı bitir, kullanan kitle herşeyden önemlidir. Olayı "Burası sinema tiyatro değilll" noktasına indirgemek istemiyorum ama doğru dürüst bir tezahüratın bile duyulmadığı on küsürüncü maç insanda güzel anılar oluşturmuyor...
Sıradaki Gelsin!
16 Haziran 2010 Çarşamba
İlk maçlar tamamlanırken...
Gündüz ise Şili oyunla coşarken, golde birde kalmış. Onların da kaçırdığı golün haddi hesabı yok. En zayıf takımlardan birine karşı oynamışlar besbelli. İspanya'nın yenilgisi Brezilya grubunun hesaplarını da alt üst etti. Heyecanlı zamanlar bizi bekliyor.
Akşam maçı ile ikinci karşılaşmalara geçtik. Uruguay ev sahibini çok rahat yendi. Oyunun her yönünde üstündüler. Suarez büyük oynadı, Forlan zorladı, adamın tekniği yetiyor. Üç gollü galibiyetin iki golüne imza atarken ilk golde savunmaya çarpması şans. Penaltı ise tavana net ve güzel bir vuruşla geldi, önemli ve etkin bir oyuncu, top ayağına yakışıyor. Uruguay büyük hamle yaptı son 16 için.
Yarın şanlı Arjantin 14.30'da sahada olacak, isyanlardayım part 4 :( Öğle sıcağında tango olur mu yahu...
Dünya Kupası Ekleri
Çeşitli gazete ve dergiler Dünya Kupası ile ilgili ekler verdi/veriyor. Bunlar içinde özellikle FourFourTwo'nun verdiği eki çok beğendim. Belki de biraz da ekte yakından takip ettiğim turnuvaların ön planda olması (86-90-94)beğenimi artırdı. Bu kupalarla ilgili "En Güzel 10 Gol" sayfalarının yanı sıra 94 Kolombiya'sı ile ilgili bölüm gibi özel sayfalar da çok keyifli. Kapağında Arjantin formasıyla Messi'nin bulunması ise ayrı bir güzellik. Okunası, saklanılası...
Dünya Kupası Duayeni
Duayen gazeteci, sunucu ve televizyoncu Halit Kıvanç Dünya Kupası denince ilk akla gelen isimlerimizden biri. Radyolu günlerden televizyonlu günlere bu en önemli turnuvayı defalarca evlerimize taşıyan efsaneye bu ay NTV Tarih güzel bir bölüm ayırmış. Futbol anlatmayı bir sanat haline getiren Halit Kıvanç'ın en unutulmaz anıları arasında Pele ile yaptığı 1958 ropörtajı geliyor. 1958 kupasında daha Pele'yi kimseyi tanımazken yapılan bu ropörtaj bir ilk, ayrıca yurdumuzda Dünya Kupası'nı televizyondan anlatan ilk kişi de kendisi. Üstadın ayrıca futbol konusunda birbirinden keyifli kitapları var, okunmalı, irdelenmeli:
- Gool Diye Diye
- Kupaların Kupası Dünya Kupası 1930'dan 2002'ye
- Futbol! Bir Aşk...
15 Haziran 2010 Salı
Tıpkı Eski Günlerdeki Gibi
1 - Cesar
2- Maicon
3- Lucio
4- Juan
5- Melo
6- Bastos
7- Elano
8- Gilberto Silva
9- Fabiano
10- Kaka
11- Robinho
Disiplinli Samba
Artık klasikleşen şekilde sadece akşam maçını tam seyredebildim. İnsan öğrencilik günlerini özellikle böyle zamanlarda arıyor. Nerede güzelim 82'ler, 86'lar, 90lar, şimdi Fildişi maçının ancak son sekiz dakikasını seyredebilirsin işte böyle. Genç arkadaşlar bu güzel günlerin kıymetini bilin.
Brezilya karşısında Kuzey Kore'nin mücadelesi ve golü çok güzel. Ellerinden bu kadar geldi, en iyisi yapmaya çalıştılar. Günümüz futbolunda özellikle milli takımlar arasındaki güç dengesi favori olmayanları yüreklendirse de Kuzey Kore'nin Brezilya'yı yenme ihtimali düşükten de öteydi. Yine de Koreli oyuncuları tebrik etmek lazım, sadece üç oyuncuları lejyonermiş. Kapalı kutu idiler, düşündüğümden iyi çıktılar.
Brezilya maçında önce rakipten bahsetmem ne ilginç değil mi? Ama bu geceki maç bunu gerektirdi, savunma futbolu sevenler mesut olsunlar, adeta 94 Brezilya'sını aratmayan bir Brezilya vardı sahada. Bir Brezilya milli takımının en etkin yerinin savunması olması beni mutlu etmedi şahsen. Bu arada Maicon'a da şapka çıkarılır, açık ara en iyi sağ bek şu anda. Attığı gol neredeyse sıfırdandı ve değme forvetler büyük ihtimalle öyle bir vuruş denemezlerdi. Fabiano ve Kaka böyle etkisiz giderse ilerideki maçlarda sorun yaşarlar.
Sevilir sevilmez Brezilya'da oyuna heyecan katan ve göz okşayan Robinho'yu görüyorum bir tek. Dunga kendi dönemindeki oyun tarzını takıma adeta oturtmuş durumda, sağlam ve güçlü kal, golü elbet bulursun. Zaten şu dönemde kimseden romantik futbol beklenmiyor, başarı herşeyin önünde. O yüzden sanırım gitgide daha sıkıcı turnuvalar izleyeceğiz.
Bizdeki futbol ulemalarının yerin dibine soktuğu Elano Brezilya'nın değişilmezi. Oyun boyunca beş şut bir gol atıyor, yaklaşık yetmişbeş dakika sahada kalıyor. Yine beğenmezler. Zira kendisinden yurdumuz sınırları içinde bir Maradona bilemedin bir Zidane olması bekleniyor. Aslında yurdumuza gelen her yıldız orta saha oyuncusundan sihirbaz olması bekleniyor, ama bilinmiyor ki Elano Dunga'nın Brezilya'sının orta saha oyuncusu, 70 ya da 82 Brezilya'sının değil. Her maç iki gol atmayan yabancı kötüdür. Oyuncunun oynatıldığı sistemin ya da hoca/takım arkadaşı/yönetici ile kurabildiği ya da kuramadığı iletişimin hiçbir önemi yoktur. Bunlar futboldan para kazanıyorlar ya her maç takımı kurtarmalılar.
Biz yine keyifli konulara dönelim. Maçta atılan üç golün de güzelliğini övelim, ama bir de virgül koyalım, Brezilya daha iyi oynamalı, tüm dünyada kendi ülkesinden fazla taraftarı var, Dunga ile ne kadar olur bilmiyorum ama güzel oyunun kalelerinden birinden daha hoş görüntüler bekliyoruz.
Fildişi Sahilleri-Portekiz maçının son sekiz dakikasına yetişebildim. O kadarlık zamanda bile Fildişi ismi gibi dişli bir takım olduğunu gösterdi. Maçtan çıkan beraberlik sonucu gruptaki sonraki maçlar için iyi oldu, heyecan son maçlara dek sürsün. Bir gün Afrika'dan şampiyon çıkacaksa en büyük adayım Fildişi Sahilleri'dir. Bu grup en zorlu iki gruptan biri. Şimdi Brezilya'nın galibiyetiyle de ikincilik aslanın ağzında. İkinci olmak da bir bela ki sorma gitsin, öbür gruptan büyük ihtimalle İspanya çıkacak karşına.
Günün ilk maçında Slovakya ile Yeni Zelanda 1-1 berabere kalmış. Yeni Zelanda'nın büyük başarısıdır. Turnuvanın zayıf adledilen takımları iyi başladılar diyebiliriz. En azından saçmasapan farklı sonuçlar görülmedi şu ana kadar. Yarın İspanya sahaya çıkıyor, kötü bir saatte olduğundan seyredemeyeceğim, kader utansın part 3...
14 Haziran 2010 Pazartesi
Dünya Kupası Gol Kralları
Futbolda en çok golcüleri severim, bu konuya sonra daha detaylı girmeyi düşünüyorum, şimdi Dünya Kupası'nın en sıkı golcülerini hatırlayalım.
Bir turnuvada bir golcünün ulaşabildiği en çok gole Fransız golcü Just Fontaine 1958'de 13 golle ulaşmış. Toplam golde Brezilya'lı Ronaldo 15 golle en üst sırada. Kendisini 14 golle yetmişlerin efsane ismi Gerd Müller izliyor. Üçüncü durumda ise Just Fontaine var (13 gol)
Efsanelerden merak edebilirsiniz diye ekleyeyim Pele 12 gol atmayı başarmış. Maradona ise 8 golü ağlarla buluşturmuş.
Ronaldo'ya şu an ulaşabilecek en kuvvetli aday Klose. Avustralya maçında attığı golle gol sayısı 11 oldu. Bakalım Ronaldo'nun rekoru bu turnuvada tarih olacak mı?
Beş gol, az futbol
Gündüz oynamalarına isyan etsem de portakalların 2-0'lık Danimarka galibiyeti önemli. İlk gol hayatımda gördüğüm en ilginç kendi kale gollerinden. Özetlerde mutlaka yakalayın, komedi gol videolara girecek cinsten. Danimarka bu pozisyonda gerçekten şanssızdı. İkinci gol de Kuyt'ten gelince Hollanda günü rahat kapattı.
Kamerun ise Japonya'ya 1-0 yenilmiş, golü ismini çok duyar olduğumuz Honda atmış. Uzakdoğu turnuvaya çok iyi başladı. Şimdi sıra Kuzey Kore'de diyeceğim ama rakip de Brezilya :)
İsyan bölüm 2 diyorum, güzelim Portekiz-Fildişi maçı öğlen olur mu hiç :(
13 Haziran 2010 Pazar
Das Makina ayıp etti: 4-0
Avustralya'nın oyunundan bahsetmişken yine de Das Makina'nın hakkını yemeyelim. Hiçbir milli takımda olmayan süreklilik bu takımın en önemli özelliği. Kadrolar değişir, yıldızlar gider gelir ama makina çalışmaya devam eder. Bunu bir kez daha gördük. Ballack'sız da oluyormuş demekki, hatta sanki daha iyi oldu gibi. Bu arada Klose'ye de şapka çıkarmak lazım, yeşil sahaların Sean Penn'i yine nefis bir zamanlama ile kafa golünü attı, bu adam yeterince hakkı verilmeyen yıldızlardan biri kanımca. Avustralya'ya çıkan kırmızı kart ağırdı, onu da unutmayalım.
Aynı grupta Gana bir sürprize imza atarak Sırbistan'ı 1-0 yendi. Maçın son 20 dakikasına yetişebildim ama sanırım en iyi anları yakaladım. Aksiyon filmi gibiydi, Sırbistan kırmızı kart gördü, 10 kişi kalıp çok önemli pozisyonlar kaçırdı, Gana penaltı kazandı, gole çevirdi, bir topları direkten döndü, doksan dakika nefes nefese sona erdi. Sırbistan'ın bu yenilgiye rağmen turnuvadan koptuğunu düşünmüyorum. Almanya'yı takip edecek takım son maçlarda belli olur diyorum. Sonradan oyuna giren Apiah'ı tekrar sahada görmek ilginçti bu arada. Turnuvadan önce Gana'ya dikkat çeken genç dostlar vardı, gerçekten haklıymışlar.
Günün ilk maçında bir kez daha kalecinin bir takımı vezir ya da rezil edebileceği sahneler yaşanmış. Cezayir'in kalecisi topu kaçırıp gole sebebiyet verirken, Slovenya'nın kalecisi kalesinde devleşmiş. Ne yazık ki kalecilere dünya daha gaddar.
Yarın Hollanda maçının öğle vakti olması güzel oyun sevdalılarının yüreğini dağlamıştır. Portakalların maçı için özetle yetinmek zorunda kalacağız, kader utansın...
Babasız Dünya Kupası
Sensiz ilk Dünya Kupası babacığım. Sensiz futbol keyfim hep eksik kalacak. Hayattaki duruşum gibi.
Seni çok seviyorum ve özlüyorum. Mekanın cennet olsun... Bu şiiri senin için yazmıştım, umarım beğenirsin...
"BABANDAN KALAN...
Babandan sana kalan
Ne mal ne mülk, ne kaş ne göz
Ömür boyu garantilidir
Tuttuğun takım
Her zaman seninle kalacak tek şeydir...
Hayat ya bu
Gün gelir
Eşinden boşarsın
Evini satarsın
İşinden çıkarsın
Takımından ise ömür boyu
Ayrılamazsın...
Babandan sana kalan
Hemen herşey beyhudedir
Önce takımın gelir
Çünkü takımın
Tıpkı baban gibi
Ebediyete yükselmiş ve
Ölümsüzleşmiştir...
Boynuna atkını atarsın
Stadın yolunu tutarsın
En coşkulu tezahüratın ortasında
Boğazına bir şey düğümlenir
Babanı hatırlarsın...
Babandan sana kalan
En güzel şey
Tuttuğun takımdır
Ondan ayrılamazsın..."
12 Haziran 2010 Cumartesi
Messi'nin Sol Ayak İçi
İlk on dakikadaki Arjantin hızı ve pozisyonları iştahımı kabartsa da arkası tam istenilen şekilde gelmedi. Bu maçtaki forvet seçimi Higuain ve Teves günlerinde değildiler. Özellikle Higuain çok basit goller kaçırdı, aslında boş alanlara kaçışı, top kontrolleri ümit veriyordu. Teves'in ise sonraki maçlarda daha etkin olacağını düşünüyorum. Golcüler kaleciye takılınca sahneye kornerden gelen topa nefis vuran Heinze çıktı.
Üzerindeki baskı çok bariz olan Messi zaman zaman yaptığı patlamalarla maça heyecan katan isim oldu. Sol ayak içinin bu maçta çok da şanslı olduğunu söyleyemeyiz. Uzaktan şut denemelerinde Nijerya kalecisini geçemedi. Yine de kalitesini konuşturdu. Amma velakin asıl sorun şudur ki Arjantin'de Barcelona'da yaşadığı pas trafiğini bulamadığından fazlaca bireysel zorlama denemeleri yapmak zorunda kaldı.
Arjantin'in genel görüntüsündeki problem bu zaten. Tek tek mükemmel oyunculara sahip bu renkli takım, belki de Diego'nun çok adam denemesinden dolayı kopuk kopuk oynayan bir durumda. Herkesin üzerinde durduğu Cambiasso makası bu maçta net bir şekilde sırıttı. Veron kesinlikle büyük bir yıldız ama daha zorlu ve tempolu rakiplere karşı Cambiasso'nun enerji ve ısırıcılığı ne kadar gösterebilecek tartışılır. Ayrıca bu hatlar arası kopukluk durumu savunmayı da kötü etkiledi. Çok üstün bir takım görüntüsünde olmayan Nijerya maçı beraberliğe getirecek pozisyonlar kaçırdı. İkiyi bulamamak büyük stres, çubuklular her zaman bu kadar şanslı olamaz.
Yedekten gelen Milito sahada çok zaman geçiremedi, damat ise kenarda oturdu. Higuain'in acilen gollerine başlaması lazım. Kenar çok sıkı adamlarla dolu. Palermo'yu saymıyorum bile.
Açılış maçında üç puan baldan tatlıdır, ama bizimkiler bir sonraki Güney Kore maçında daha çok koşmak ve mücadele etmek zorunda. Yunanistan karşısında Güney Kore iyi bir sınav verdi. Enerjik ve disiplinli bir takım görünümündeler. Komşu ise ilk güle güle diyenlerden olur gibime geliyor.
Gecenin son maçında ise turnuvanın favori gösterilenlerinden İngiltere ABD'ye takıldı: 1-1. En ilginç sonuçlara imza atabilecek bir takım ABD ve görünen o ki kolay teslim olmayacaklar. Capello bir sonraki maça nasıl bir kadro ile çıkar büyük merak konusu.
Tangoya ısınıyoruz: 1-0
Güney Kore komşuyu 2-0 ile geçti, Yunanistan bu durumu ile ikinci tura çok zor çıkar.
Detaylı Arjantin analizi akşama :)
11 Haziran 2010 Cuma
İlk günün izdüşümleri
Asıl beklediğim maç ise ne yazık ki çok vasat geçti. Uruguay - Fransa maçının ilk beş dakikasını seyreden bu maç golsüz biter derdi sanırım. Uzaktan atılan şutlar, pozisyonumsu denemeler dışında temposunu beğenmediğim bir maç oldu. Bir de vuvuzela sesleri... İşimiz var, alışmamız zor olacak. Uruguay haliyle Forlan'ın üzerine oynuyor, ama bu tek adamlık şov geriden fazla beslenemeyince etkin olamıyor. İki takım da son paslarda etkin değildi. Ayrıca bireysel etkinlik beklenen Ribery, Anelka gibi yıldızlar gününde olmayınca oyun kilitlendi kaldı. Çok şaşırdığım gelişme bu kadar sakin geçen maçta kırmızı kartın çıkması. Bu özel bir başarı gerçekten (!) İlk yarı Fransa'da Diaby'yi çok beğendim. Yine ilk yarıda bir ilginç pozisyon varki Anelka tezcanlılık yapıp topa girmese, sağ tarafta ofsayt durumunda olmayan Gavou kaleye tek başına akabilirdi. Pozisyon tam anlamıyla heder oldu, ofsayt çalındı. Grupta bu beraberliklerden sonra herşey son maçlarda belli olur gibime geliyor. Bence günün en karlısı ev sahibi (ki galibiyeti de kaçırdılar aslında).
Yarın büyük heyecan kapıda. Diego ve aslanları saat 17.00'de Nijerya karşısına çıkıyor. Çok daha keyifli bir karşılaşma bekliyorum.
Öttürme güzel kardeşim
Uruguay-Fransa maçını seyretmeye devam ederken bir yandan da yazmadan edemedim. Şu an sahadaki oyunculara ve görevli basın mensuplarına sabırlar diliyorum, bu vuvuzela eziyeti katlanılır şey değil, biz televizyondan katlanamıyoruz, oradakiler nasıl katlanacak bilemiyorum. Bu düdük sesi bir saniye susmaz mı, 78. dakika oldu sürekli bir arı vızıltısı durumu...
Bir de D10s da alet olmuş ya buna, iyice keyfim kaçtı:
http://www.lancenet.com.br/noticias/10-06-10/770183.stm
10 Haziran 2010 Perşembe
Kırılma Anı
1982 Dünya Kupası'ndaki Brezilya-İtalya maçı iki birbirinden farklı ekolü karşı karşıya getirdi. Birçok futbolsever tarafından gelmiş geçmiş en iyi Brezilya olduğu düşünülen sambacılar bu maça kadar futbolseverlere bol gol ve keyifli anlar sunmuşlardı. Zico, Falcao, Socrates, Eder gibi güzel oyunun cambazları İtalya'yı rahat geçer derken, Rossi sahneye çıktı ve yaptığı hattrick ile Brezilya'yı kupanın dışına itti. İki kez öne geçen İtalya'yı yakalayan Brezilya'nın nefesi son gole yetmedi. Maçın 3-2 biterken çoğunluğun yüreğinde buruk bir tad kaldı. Sambacılar kupaya çok erken veda etmişti.
Yenilmez denilen Brezilya'nın böylesine devrilişi benim gibi zamane çocuklarında önemli bir travma yaratırken, sonuca yönelik savunmacı futbol en önemli başarılarından birini kazanıyordu. Nitekim bu ekol özellikle Şampiyonlar Ligi'nde hala etkilerini sürdüyor. Artık iyice sanayi olmuş günümüz futbolunda bu ekolü sorgulamak enayilik sayılsa da çok şükür ki hala Barcelona gibi takımlar var ve insana futboldan keyif alma konusunda güzellikler sunabiliyorlar. Benim için 82 Brezilya'sı gerçek şampiyondur ve o müthiş kadroyu hatırlamadan geçemem:
1 WALDIR PERES (Kaleci)
2 LEANDRO
3 Jose Oscar BERNARDI
4 LUIZINHO
5 TONINHO CEREZO
6 JUNIOR
8 SOCRATES (Kaptan)
9 SERGINHO
10 ZICO
11 EDER
15 FALCAO
Yedekler:
7 PAULO ISIDORO
12 PAULO SERGIO
13 EDEVALDO
14 JUNINHO
16 EDINHO
17 PEDRINHO
18 BATISTA
19 RENATO
20 ROBERTO DINAMITE
21 DIRCEU
22 CARLOS
Teknik Direktör
Tele Santana
Enterasan bir dip not ise bu efsanevi kadrodan Carlos, Serginho ve Eder'in Dünya Kupası'ndan beş altı yıl sonra Türkiye'de Malatyaspor'da forma giymiş olmasıdır.
9 Haziran 2010 Çarşamba
Çok az kaldı
Önceki yazıdaki Dünya Kupası yakın tarih yolculuğumuzdan sonra şimdi de günümüze dönelim. Büyük heyecan iki gün sonra başlıyor. Bu sefer Avrupa'dan çok uzakta bir mekana Güney Afrika'ya konuk oluyoruz.
İki yıl önceki Konfederasyon Kupasını hatırlayarak, maçlarda bir saniye durmadan çıkarılan boru seslerinin en aza indirildiği sahnelerin yaşanması dileğiyle başlamak istiyorum. Bu kez özellikle futbol kültürünün yüksek olduğu ülkelerden seyircilerin de tribünde yerini alacak olması beni ümitlendiriyor. Yoksa maçları kısık sesle seyretmek pek keyifli olmayacak. Oradaki sevgili dostlar lütfen davul zurna vb gibi aktivitelerden çok futbola konsantre olun ve bizler de bir süre sonra insanı hipnotize eden seslerden uzak, keyifli bir şekilde maçları seyredebilelim :)
Öncelikle sakatlardan başlayalım, ne yazık ki hazırlık maçları ve öncesi sakatlıklar bazı takımların canını çok sıktı. Robben, Drogba, Ballack, Ferdinand gibi yıldızları izleyememe riski güzel oyun tutkunlarını da haliyle üzüyor. Bir umut belki de bazı maçlara yetişebilirler umuduyla beklemede kalacağız (Ki bazılarının oynamama durumu kesinleşti). Bu açıdan turnuva öncesi kısmetsizliklerin sık yaşandığını belirtebiliriz.
Bu turnuvadaki takımları incelediğimizde özellikle şampiyonluk için İspanya, Brezilya ve İngiltere'nin ön plana çıktığını görüyoruz. İspanya yıllardır süren kupa kazanamama makus talihini 2008'de yendi, oyuncu kadrosu ve oyun sistemi olarak tarihlerinde geldikleri en yüksek noktadalar. Eleme grubunda onda on yaptılar ve kimseye acımadılar. Fransa'nın 98-00'de yaptığı dubleye en yakın takım konumundalar. Iniesta'nın sakatlığı biraz düşündürse de İspanya'nın en az yarı finali çok olası.
Brezilya Dunga yönetiminde daha çok genç oyuncuları ön plana çıkaran dinamik bir oyun yapısı sergiliyor. Hep alıştığımız artistliklerin aza indirgendiği disiplinli oyun tarzı Brezilya'yı hedefe hızlıca taşıyabilir, yaşlanan ve çaptan düşen yıldızlar kadroya alınmasa da varolan oyuncular da formanın hakkını rahat verebilecek tipte, üstelik çok da mücadele ediyorlar. Bana sorsanız ben 1970 ya da 1982 Brezilya'sını tercih ederim, ama değişen devir her ekolü etkileyebiliyor.
Bu turnuvaya en iddialı gelen takımlardan biri İngiltere. Çok uzun süredir bu kadar iyi bir kadroları olmamıştı (Ferdinand sakatlığı üzdü haliyle). Başlarında ise ismi başarıyla adeta eşit olan Capello bulunuyor. Elemeleri ne kadar rahat geçtikleri düşünülürse kupada favori gösterilmeleri de doğal hale geliyor. Sanırım adada herkes havaya girmiş durumda. Tabii buradaki kritik soru şu ya penaltılara kalan bir maç olursa? İngiltere'nin penaltılarla imtihanı yine çok konuşulacak konulardan olacaktır.
Şimdi bir de plaselere gelelim. Almanya bilindiği üzere turnuvalarda on panzer gücündedir, ya finale çıkar, ya finali alır, bir şekilde ilerler, Ballack'ın turnuvaya katılamaması ne kadar büyük sorun olsa da bu kupada da kendilerinden çekinilir. Son şampiyon İtalya "Yetiş Pirlo" demeden ilk maçları kazasız belasız atlatırsa ilerleyebilecek güce sahip. Hollanda ise sanki yine güzel futbol oynayıp, finale kalmadan elenecek gibi geliyor. Robben'in oynama ihtimalini sevenlerden olarak yine de umutlu olmak istiyorum.
En güzelini en sona sakladım :) Şanlı Arjantin Diego'nun yönetiminde en spekülatif takım olarak kendini belli ediyor. Öyle bir hücum hattı var ki insan hiç birini kesmeye kıyamaz. TD olsam delirip, hepsini birden oynatmak suretiyle Tevez, Messi, Milito, Higuain, Palermo, Agüero gibi bir orta saha ileri uç düzeni kurabilirdim. Tahminen her atılan uzun pasla bir gol yerdik ama nasıl olsa bu golcüler de gol bulacağından halı saha maçından farksız sonuçlar yakalanabilirdi. Şaka bir yana yanda da olsa tekrar Diego ile buluşmak çok güzel. Ayrıca büyük tecrübe Veron oynarsa da çok güzel olacak. Dört gözle bekliyorum mavi beyazın maçlarını. Diego bir de TD olarak Dünya Kupası alsa fena mı olur? :) (Senin hocalığını eleştirenlere inat tam destek diyorum Diego, yaşasın Arjantin!)
Cuma büyük eğlence başlıyor dostlar, şimdiden keyifli seyirler...
8 Haziran 2010 Salı
Subjektif Bir Dünya Kupası Tarihi
Dünya futbol vitrininin en üst kademe organizasyonu başlamak üzere. Ülke olarak yokuz, haliyle buruk bir heyecan var. Güney Afrika'ya gidebilseydik tuırnuvada en renkli takımlardan biri olabileceğimizi yabancı dostlarımız bile özellikle belirtiyor. 2008'de yaşattığımız aksiyon filmlerinin devamını çekebilirdik, olmadı ne yazık ki, heves başka baharlara artık...
Kendi kısa Dünya Kupası tarihime baktığımda sekizinci turnuvaya hazırlandığımı görüyorum. Ne yazık ki diğer yedi turnuvayı yerinde izleme şansım olmadı, neyseki televizyon imdada yetişti ve güzel oyundan ve yıldızlardan mahrum kalmadım. Bu sefer de beklentilerim büyük, neden olmasın ki, Arjantin var, İspanya var, Hollanda, Brezilya var :)
Seksenikide yeni renkli televizyonlara geçmenin heyecanıyla ekranlarımıza düşen o güzel turnuvada Maradona'yla tanışma heyecanım da doruktaydı. Çok net olmasa da çocukluk günlerimden kupayla ilgili Diego'ya yapılan kasıtlı hareketler, Brezilya'nın sanatsal futbolu, biri savunma öbürü disiplin ustası Almanya ve İtalya'nın final yürüyüşü kalmış. Evet sonunda Diego'yu çıldırtmış ve kupadan ayrı bırakmışlardı, kanlı beyaz çorapları gözümün önünden gitmez. Şimdiki yıldızlar yeni kuralların kıymetini bilmeliler. Bu turnuvada Arjantin elenince, Socrates'li, Zico'lu, Eder'li Brezilya'yı tutmaya başladım. Futbol tarihinin en zarif en müthiş milli takımlarından biriydi, ama İtalya'ya elenmeleri ile futbolda önemli bir kırılım başladı. Sonuç futbolu herşeyin önüne geçti. Almanya da yarı finalde alışılagelmiş geri dönüşlerinden birini yapınca finalde İtalya'nın rakibi oldu. Bu turnuva için Brezilya derim başka bir şey demem, gerisi beni hiç ilgilendirmedi, elenince Türkiye elenmişcesine kahrolduğumu anımsıyorum.
Seksenaltı seyrettiğim en kusursuz kupa idi, neden olmasın, kahraman Maradona çok büyük oynadı, tek başına Arjantin'e kupayı kazandırdı. Futbol tarihine geçecek olaylar oldu ve şahane goller atıldı. Finalde Almanya yine geri dönmek üzereydi ki büyük üstadın nefis pası ile Arjantin kupaya uzandı. Lineker'in özlü sözü bu sefer gerçek olmadı, güzel futbola inananlar kazandı. Artık Türkiye'nin katılamayacağı Dünya Kupaları'ndaki takımım belliydi. Mavi beyaz çubuklu formanın peşine düşmüştüm. Meksika dalgalanması bu turnuvadaki tribünlerden dünyadaki sayısız stada yayıldı ve belki de en çok tekrarlanan ve en geniş kitleye yayılan ortak şov haline geldi.
Doksanda finale kadar turnuva benim için iyi gidiyordu. İtalya evsahipliğini iyi kullanarak ve Schilacci'nin beleşçiliği ile yarı finale kadar yürürken (Beleşçi golcülerin tarih yazdığı bir yer: Bakınız Rossi ve Inzaghi) Maradona da Arjantin'i sırtlamaya devam ediyordu. Canigga'ya attırdığı goller Arjantin'i yarı finale çıkardı. Kaderin cilvesine bakın ki yarı finaldeki İtalya-Arjantin maçı Diego'nun adeta aziz mertebesine çıkarıldığı Napoli'de oynandı. O maça kadar gol yememiş olan İtalya Arjantin'e boyun eğdi ve D10s finale maestroluk yaptığı takımıyla yürüdü. Finalde Almanya kimsenin anlamadığı ve seksenbeşinci dakikada kazanılan saçmasapan penaltı ile Arjantin'i yenerken Maradona ile beraber biz de ağlıyorduk, katmerli efsane olmasına ramak kalmıştı.
Doksandörtten çok keyif aldığımı söyleyemem. Brezilya tarihinin en sıkıcı milli takımı golsüz biten maçın sonunda penaltılarla İtalya'yı yenerken, dramatik şekilde penaltı kaçıran Baggio dünya futbol gündemine oturdu. Benim aklımda kalan diğer takımların başarısı değil, Baggio'nun o unutulmaz halidir. Bu kadar görkemli kaybeden ve klas bir şekilde üzülen az figür bulunur futbol tarihinde, bu yüzden Roberto Baggio candır, unutulmazdır (Zaten turnuva boyunca büyük oynamıştı). Bu kupada küllerinden doğan Diego yine takımını tam gaz sırtlıyorken doping cezası ile bizden ayrı bırakıldı. Turnuvanın tadı tuzu iyice kaçtı. Hatırladığım belki de tek sevimli kare Bebeto'nun yaptığı "Bebek sallama" gol sevincidir. Bu turnuvadan sonra çok uygulandı.
Doksansekizde Brezilya'dan çok umutluydum, zira Ronaldo gibi bir yıldız döktürüyordu. Fransa ise ev sahipliğinin yanı sıra Zidane önderliğindeki altın jenerasyonu ile açık ara önde gidiyordu. Finalde Ronaldo'nun sahneye hasta çıkması bütün planları alt üst etti ve Fransa tarihinde ilk kez Dünya Şampiyonu oldu. Ayrıca eski Yugoslavya'nın bölünmesinden sonra ortaya çıkan en karakterli takım olan Hırvatistan Suker, Prosinecki gibi yıldızları ile üçüncü olup büyük başarı kazandı.
İkibiniki için anlatılmaz yaşanır demek lazım sanırım. Ülke olarak futbol tarihimizin en yüksek seviyesini yakaladık, Dünya Üçüncüsü olduk. Finale çıkan Brezilya doksansekizin intikamını almak istercesine çok iyi oynayan Ronaldo ile kupaya uzandı. Seksenaltı ile birlikte unutulmayacak bir kupa yaşadım. Çeyrek final ve yarı final maçları öncesi o heyecanları unutmak imkansız, ileride çoluk çocuğa torun torbaya anlatılacak çok güzel günlerdi.
İkibinaltıda ilk kez İtalya'yı beğendim :) Kanımca her zamanki futbollarından farklı bir oyun oynadılar, klas kramponları ile sonuca iyi oyunla gittiler. Benim için turnuvanın unutulmazı Arjantin'in Sırbistan'ı 6-0 yendiği grup maçıdır. Böylesi bir maçı uzun süre daha yaşamadım. Oynanan sanatsal futbol kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzeldi. Finalde Zidane'nın delikanlı hareketi sadece teknik olarak değil yürek olarak da çok büyük oyuncu olduğunu gösteren bir hareket olmuştur.
Ve geldik bu yaza. İspanya, Hollanda, İngiltere gibi favori gösterilen adaylar var. Ben yine mavi beyaz çubuklu formamı giyip, Messi'den, Teves'ten, Milito'dan, Agüerro'dan medet umacağım. Umarım bu sefer de kazanan güzel oyun olsun, gözlerimizin pası güzel hareketler ve gollerle silinsin...