2 Haziran 2010 Çarşamba

Başlarken...


Hayatı katlanılır kılan güzelliklerin arasına itinayla yerleştirdiğim futbol, çok uzun süredir bana yoldaşlık ediyor. Ben de milyonlar gibi bu büyük sevdanın ağına ilk nasıl ve ne zaman düştüm hatırlayamıyorum, bilemiyorum. Çocukluk günlerimin gri tonlu anılarında mutlaka yamru yumru toplar, taştan kaleler, yıkanmaktan yırtılacak hale gelmiş formalar ve burnu yırtılmaya başlamış kramponlar başrollere soyunuyorlar. Toprak sahaları, tahtadan kaleleri, Dünya Kupası çıkartmalarını, tahtaya çivi çakarak stadyumunu oluşturduğumuz futbol oyununu, beşte devre onda biterleri, üç korner bir penaltıları, aldım verdim seni yendimleri anımsamadan edemiyorum...

Tüm bu tatlı anıların çevresini sarmalayan gökyüzünde ise bir anda yıldızlar beliriyor. Yıldızlar yüzyıllardır insanlığın yol gösterini, karanlıktaki kılavuzu. Yıldızların saçtığı aydınlık güzelliklerin belirtisi, yürekleri sevinç ve ümitle dolduran ilhamın ta kendisi. Futbolun büyüleyici dünyasını aydınlatatan da yine yıldızlar oluyor.Hemen Maradona geliyor aklıma, sayısız kişiyi çalımlıyor, topu bırakıveriyor ağlara. Van Basten neredeyse sıfırdan voleyi çakıyor doksana, Platini plaseliyor, Laudrup ince bilek hareketiyle defansı taca gönderirken, Santilliana yine son beş dakikada golü buluyor...

Bu blogda azıcık nostalji ile karışık güzel oyunu anlatmak istiyorum dilim döndüğünce. Renklerin, amatörlüğün, bağlılığın, erdemin ve inceliğin olduğu günlerden bir esinti getirmek istiyorum futbol dilencilerine ki ben de onlardan biriyim - iyi bir maça, akıl dolu bir pasa, ağızları açık bırakacak bir voleye, nefis bir kurtarışa olan açlığı Simon Kuper edasıyla en derininden hissedebilirim.

İşin kötüsü endüstiyel futbol "Aldım verdim ben seni yendim" değil, "Alayını aldım bitirdim, ben seni ezdim geçtim" diyor kapıda pervasızca. Yine de güzel günleri, anıları, yıldızları, altın kramponları anımsamak, onları saygıyla ve keyifle anmak en azından benim boynumun borcu.Şimdi bunu bir nebze olsun gerçekleştirmek ve formanın hakkını vermek için yeşil saha beni bekliyor...

Öyleyse başlasın hakemin ilk düdüğü ile doksan dakika...

1 yorum:

  1. Mükemmel bir başlangıç olmuş, blog yazılarının içerisinde ülkemizde bir dönem heyecan dolu maçların tatlı gülüşmelere yol açan anılarınında olmasını canı gönülden dilerim... Bir dönem bütün futbolcularımızın kıyıklı ve koca koca adamlar olarak bir topun peşinde koştuğu, canlı yayınların arasında reklamların girdiği, spikerlerin -ki özellikle Ercan Taner'in sakatlanan futbolculara anında mikrofon uzattığı, maç başlamadan önce bir gece önceden stad önünde beklendiği, maç saatinden önce sabahın köründe tribunlerin dolduğu ve en önemlisi kardeşce maçların birlikte izlendiği o güzel günlerden de anıların burda almasını gerçekten çok isterim...

    YanıtlaSil