8 Haziran 2010 Salı
Subjektif Bir Dünya Kupası Tarihi
Dünya futbol vitrininin en üst kademe organizasyonu başlamak üzere. Ülke olarak yokuz, haliyle buruk bir heyecan var. Güney Afrika'ya gidebilseydik tuırnuvada en renkli takımlardan biri olabileceğimizi yabancı dostlarımız bile özellikle belirtiyor. 2008'de yaşattığımız aksiyon filmlerinin devamını çekebilirdik, olmadı ne yazık ki, heves başka baharlara artık...
Kendi kısa Dünya Kupası tarihime baktığımda sekizinci turnuvaya hazırlandığımı görüyorum. Ne yazık ki diğer yedi turnuvayı yerinde izleme şansım olmadı, neyseki televizyon imdada yetişti ve güzel oyundan ve yıldızlardan mahrum kalmadım. Bu sefer de beklentilerim büyük, neden olmasın ki, Arjantin var, İspanya var, Hollanda, Brezilya var :)
Seksenikide yeni renkli televizyonlara geçmenin heyecanıyla ekranlarımıza düşen o güzel turnuvada Maradona'yla tanışma heyecanım da doruktaydı. Çok net olmasa da çocukluk günlerimden kupayla ilgili Diego'ya yapılan kasıtlı hareketler, Brezilya'nın sanatsal futbolu, biri savunma öbürü disiplin ustası Almanya ve İtalya'nın final yürüyüşü kalmış. Evet sonunda Diego'yu çıldırtmış ve kupadan ayrı bırakmışlardı, kanlı beyaz çorapları gözümün önünden gitmez. Şimdiki yıldızlar yeni kuralların kıymetini bilmeliler. Bu turnuvada Arjantin elenince, Socrates'li, Zico'lu, Eder'li Brezilya'yı tutmaya başladım. Futbol tarihinin en zarif en müthiş milli takımlarından biriydi, ama İtalya'ya elenmeleri ile futbolda önemli bir kırılım başladı. Sonuç futbolu herşeyin önüne geçti. Almanya da yarı finalde alışılagelmiş geri dönüşlerinden birini yapınca finalde İtalya'nın rakibi oldu. Bu turnuva için Brezilya derim başka bir şey demem, gerisi beni hiç ilgilendirmedi, elenince Türkiye elenmişcesine kahrolduğumu anımsıyorum.
Seksenaltı seyrettiğim en kusursuz kupa idi, neden olmasın, kahraman Maradona çok büyük oynadı, tek başına Arjantin'e kupayı kazandırdı. Futbol tarihine geçecek olaylar oldu ve şahane goller atıldı. Finalde Almanya yine geri dönmek üzereydi ki büyük üstadın nefis pası ile Arjantin kupaya uzandı. Lineker'in özlü sözü bu sefer gerçek olmadı, güzel futbola inananlar kazandı. Artık Türkiye'nin katılamayacağı Dünya Kupaları'ndaki takımım belliydi. Mavi beyaz çubuklu formanın peşine düşmüştüm. Meksika dalgalanması bu turnuvadaki tribünlerden dünyadaki sayısız stada yayıldı ve belki de en çok tekrarlanan ve en geniş kitleye yayılan ortak şov haline geldi.
Doksanda finale kadar turnuva benim için iyi gidiyordu. İtalya evsahipliğini iyi kullanarak ve Schilacci'nin beleşçiliği ile yarı finale kadar yürürken (Beleşçi golcülerin tarih yazdığı bir yer: Bakınız Rossi ve Inzaghi) Maradona da Arjantin'i sırtlamaya devam ediyordu. Canigga'ya attırdığı goller Arjantin'i yarı finale çıkardı. Kaderin cilvesine bakın ki yarı finaldeki İtalya-Arjantin maçı Diego'nun adeta aziz mertebesine çıkarıldığı Napoli'de oynandı. O maça kadar gol yememiş olan İtalya Arjantin'e boyun eğdi ve D10s finale maestroluk yaptığı takımıyla yürüdü. Finalde Almanya kimsenin anlamadığı ve seksenbeşinci dakikada kazanılan saçmasapan penaltı ile Arjantin'i yenerken Maradona ile beraber biz de ağlıyorduk, katmerli efsane olmasına ramak kalmıştı.
Doksandörtten çok keyif aldığımı söyleyemem. Brezilya tarihinin en sıkıcı milli takımı golsüz biten maçın sonunda penaltılarla İtalya'yı yenerken, dramatik şekilde penaltı kaçıran Baggio dünya futbol gündemine oturdu. Benim aklımda kalan diğer takımların başarısı değil, Baggio'nun o unutulmaz halidir. Bu kadar görkemli kaybeden ve klas bir şekilde üzülen az figür bulunur futbol tarihinde, bu yüzden Roberto Baggio candır, unutulmazdır (Zaten turnuva boyunca büyük oynamıştı). Bu kupada küllerinden doğan Diego yine takımını tam gaz sırtlıyorken doping cezası ile bizden ayrı bırakıldı. Turnuvanın tadı tuzu iyice kaçtı. Hatırladığım belki de tek sevimli kare Bebeto'nun yaptığı "Bebek sallama" gol sevincidir. Bu turnuvadan sonra çok uygulandı.
Doksansekizde Brezilya'dan çok umutluydum, zira Ronaldo gibi bir yıldız döktürüyordu. Fransa ise ev sahipliğinin yanı sıra Zidane önderliğindeki altın jenerasyonu ile açık ara önde gidiyordu. Finalde Ronaldo'nun sahneye hasta çıkması bütün planları alt üst etti ve Fransa tarihinde ilk kez Dünya Şampiyonu oldu. Ayrıca eski Yugoslavya'nın bölünmesinden sonra ortaya çıkan en karakterli takım olan Hırvatistan Suker, Prosinecki gibi yıldızları ile üçüncü olup büyük başarı kazandı.
İkibiniki için anlatılmaz yaşanır demek lazım sanırım. Ülke olarak futbol tarihimizin en yüksek seviyesini yakaladık, Dünya Üçüncüsü olduk. Finale çıkan Brezilya doksansekizin intikamını almak istercesine çok iyi oynayan Ronaldo ile kupaya uzandı. Seksenaltı ile birlikte unutulmayacak bir kupa yaşadım. Çeyrek final ve yarı final maçları öncesi o heyecanları unutmak imkansız, ileride çoluk çocuğa torun torbaya anlatılacak çok güzel günlerdi.
İkibinaltıda ilk kez İtalya'yı beğendim :) Kanımca her zamanki futbollarından farklı bir oyun oynadılar, klas kramponları ile sonuca iyi oyunla gittiler. Benim için turnuvanın unutulmazı Arjantin'in Sırbistan'ı 6-0 yendiği grup maçıdır. Böylesi bir maçı uzun süre daha yaşamadım. Oynanan sanatsal futbol kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzeldi. Finalde Zidane'nın delikanlı hareketi sadece teknik olarak değil yürek olarak da çok büyük oyuncu olduğunu gösteren bir hareket olmuştur.
Ve geldik bu yaza. İspanya, Hollanda, İngiltere gibi favori gösterilen adaylar var. Ben yine mavi beyaz çubuklu formamı giyip, Messi'den, Teves'ten, Milito'dan, Agüerro'dan medet umacağım. Umarım bu sefer de kazanan güzel oyun olsun, gözlerimizin pası güzel hareketler ve gollerle silinsin...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder